7 -31 Aralık 2007

“Postmodern sinemanın başlangıcı olarak kabul edebileceğimiz 1987 tarihli ‘Der Himmel Über Berlin’ adlı film, yönetmen Wim Wenders’in birçok filminde birlikte çalışmış olduğu Peter Handke’nin “Lied Vom Kindsein” (Çocuk Olmanın Şarkısı) adlı şiiriyle başlar.

Handke’yle okuyucu olarak paylaştığımız boşluk duygusu o kadar mahrem ve aynı zamanda o kadar paylaşıma açık bir kavramdır ki, aslında tam da bugünün metropol insanının yalnızlığını tarif eder.
Himmel Über Berlin’de Handke’nin şiiri tekrar yazılmaktadır, üstelik görüntüdeki anlatısallık da yazma edimi üzerinden çalışan bir yapıya işaret eder. Metnin, bu yeniden üretim sürecinde hareketli görüntü ve ses gibi sinemasal öğelerle etkisi katlanarak artmaktadır.

Şimdi Lied Vom Kindsein’ı yeniden yazma zamanı, tıpkı kendi sözlerimizmiş gibi…”




5 Eylül - 6 Ekim 2007

“Bahname” kelimesi, “cinsel arzu”, “cinsel güç”, “şehvet” anlamına gelen Arapça “bah” ile, Farsça “risale” veya “kitapçık” anlamındaki “name” kelimelerinden oluşan bir isimdir.

Bu sergide bulunan yapıtların üzerinde yazılı olan metinler, Tabib Mustafa Ebu’l Feyz tarafından 17. yüzyılda kaleme alınan “Tuhvetü’l Müteehhilin”adlı bahnameden alınmıştır.

Bugünkü dile adını “Cinsel Birleşme İsteğinde Tabiatın Teşviki” olarak çevirebileceğimiz “Tuhvetü’l Müteehhilin’i” günümüz türkçesine hazırlayıp kazandıran Prof. İlter Uzel “Evlilik Armağanı” olarak kitabı yeniden isimlendirmeyi uygun bulmuş.

“…Türkiye Cumhuriyeti, imparatorluğun yıkımlarla dolu uzun yüzyılının sonunda kendini yenileyerek kurdu. Bu arada kendine özgü çok katmanlı bir cinsel kültüre ait bir dil de maalesef geçmişte bırakıldı. Erkek egemen kurallara uygun olduğu müddetçe sevişmeyi yasaklamayan, hatta teşvik eden ve zevk alma ve vermeyi öğütleyen bir din olarak İslam’ın bu konudaki dili de kapalı kapıların ardında kaldı.

…Evlilik Armağanı’nın birinci babında güzel kadınlarda bulunması gereken özellikler anlatılıyor. İkinci bapta kadınlık organının, yani ferçlerin sınıflandırılması yapılıyor…

…Ferç, Arapça aralık, yarık demek. Deniyor ki “mahbubenin ağzı küçükse ferci dar olur, dilinin kırmızılığı fazla olursa fercinin rutubeti az olur” İşte yüzyıllar önce erkek tabipler ferçlerimizi böyle tasnif etmiş ve adlandırmışlar.” (Koç, Handan, “Bahname’den cinsel organımız için isimler sözlüğü”, Pazartesi Dergisi, sayı:109)

Ara

Masa 1 Eylül 2007 tarihine kadar tatile girmiştir.




(2 Nisan– 1 Mayıs 2007)

“Buradaki esas mesele, insanın kendisinden açımlayarak tanımladığı çevresini, kendi mekânsal kurgusu olarak "ev"leştirmesidir. Kendini güvende hissettiği, yabancılaşmanın ortadan kalktığı bu durum, aynı zamanda kentleşme süreci olarak da algılanabilir. Dünyanın içine doğan insan, onun tekinsizliğinden kaçarak kendi kurgusal evinde huzur ve güven bulmaya çalışır. Masa kadrajının içindeki bahçe, önceden belirlenmiş, tanımlı, steril bir mekânda, ehlileştirilmiş bir değişkenlikler, belirsizlikler alanıdır. Bu iki durum (steril ve statik masa ile güvensiz ve değişken doğa) arasındaki gerilim, insanın bu olgusal doğa parçasını kendi faydasına tekrardan kurgulamasıyla uzlaşımlı bir hale dönüştürülmüştür. Burada, Masa’nın mekânsal bağlamında, ağacın ışığa duyarlı mekanik hareketi, tuhaf olmaktan çok anlaşılır olana uzlaşılabilene dönüşmektedir.” [Şeref Erol]













(2 Subat/February - 15 Mart/March 2007)

Bu film Nuremberg’deki 3. Reich’in baş mimarı Albert Speer tarafından tasarlanmış Zeppelintribüne yakınlarında çekildi. 360 metre uzunluğundaki yapı Ulusal Sosyalist’lerin yürüyüş ve gösterileri için kullandıkları Zeppelinfeld adlı daha geniş bir mimari kompleksin bir parçası. Leni Riefenstahl’in 1934 yılında bir Nazi Partisi gösterisini belgelediği “The Triumph of the Will” isimli propaganda filmi ile Zeppelintribüne ölümsüzleşti. Zeppelintribüne orada bir zafer yürüyüşü yapan Amerika’lıların çatıdaki swastikayı havaya uçurması ile 1945 yılı kadar erken bir tarih itibariyle etap etap yıkılmaya başladı. 1960’larda kolonlar ve yanlardaki taşıyıcı bölmelerin de çıkarılması ile kalıntı utanç verici mimari geçmişinden daha da soyuldu. Zmijewski: “Burası turistlerin akın ettiği bir yer, her turistik rehberde var ama bir yandan da Almanya’daki en göz ardı edilen, en pis ve en yıkık dökük yer. Çok nadiren ve dikkatsizce temizleniyor. Neredeyse bütün ulusun birlikte bu geçmişi hatırlatan kalıntıları yok etmeye çalıştığı söylenebilir. Evet, pislik ve çöp burada burada kabul görür” der. Filmde 1930’lardan kalma faşist haber parçaları ile Zmijewski’nin kendi çektiği Arbeitsmänner (işçi) rolündeki iki Türk misafir sanatçının ellerinde küreklerle yaptıkları askeri talim parodisinin karışımı yer almakta. “Eğer bu yerler hala ‘hayatta’ ise, neden tarihsel formlara dönüş olmasın. Bu film rol yapma ile ve bellek ile ilgili. Ama bu o kadar çarpık bir bellek ki Hitler’in eski balkonuna çıkan turistlerin çoğu turistin ellerini Nazi selamı şeklinde havaya kaldırmalarına yol açıyor.” (çev.Melis Terzioğlu)

Zeppelintribüne
Format: DVD, Master: DV
2002
Duration: 10’



(1 Aralık 2006 - 25 Ocak 2007)

“Caiet de Geografie”*, Romanya’da geçirilen 2 aylık zamanı, Batılı turistler için Komünizm Müzesi haline gelmiş bir Balkan ülkesi deneyimini, iddiasız ve mesafeli bir yabancı bakışıyla aktarıyor. Yazma eyleminin, belleğe ve gerçekten yaşanmış olana etkisini de araştıran, günlük misali kurgulanmış kitap, “Bir şeyin öyle olduğuna dair güçlü inanış onu gerçekte öyle yapar mı?”** sorusunu kısık sesle soruyor yazarına okuyucularına.

*(Rumence) Coğrafya Defteri
** William Blake



(15 Ekim - 25 Kasım 2006)

“9 Temmuz, 2006 gecesi.
Bir futbolcu, hatta bir futbolcudan çok bir mit, kendisine yapılan tahrik edici, alaycı saldırılar karşısında dayanamayarak sert ve ani bir tepki gösterdi, hem de milyonlarca izleyicinin önünde. Bu tepkinin kökleri medyada onun ötekiliğine isaret edilerek tartışıldı ve yasam öyküsü asil bir gruba adapte olmuş cirkin ördek yavrusu masalıyla yeniden inşa edildi.

Oysa her zamanki gibi bir intikam hikayesi ile karşı karşıyayız.
Bir ana ait bir fotoğraf ve dünyanın bütün yayın organlarında…

Coğrafyaların ve ulusal kimliklerin bu denli belirleyici olduğu günümüzde, izleyici kitleye ilişkin her sosyal faaliyet (buna sanat ve spor da dahil) büyük ölçüde göz önünde olanı, prim yapanı tercih edecektir.

Zidane'nın en görkemli gecesinde hem de golünü de atmışken, rakibine hışımla attığı o kafayı, bir kötü öteki çocuğun kökenindeki damarı, kanı hatırlaması olarak değerlendirmeye zorlanan bizler…
Peki Onu, bu tavrını kötülercesine Cezayirli kimliğine vuran zihniyetten uzak sadece kendi varlığıyla kabul edebilir miyiz?

Ya da şatafatın, şiirin sanatın ve şarabın kökleri, Avrupa ülkesi Fransa'da değil… Tam da Cezayir'de hem de milli futbol takımında bir Zidane olduğunu hayal edelim… Gözlerden uzak, sessiz ve reklama dayanmadan, direnen bir Zidane!

Varlığından ne kadar haberdar olduğumuz bir soru işareti.
Onun hikayesine bir anlık tanıklık edebilir miyiz?” [Borga Kanturk]












(15 Eylül-15 Ekim 2006)

Anıtsal mimari yapılar kimi bireylerin ve olayların hatırlanmasını sağlama işlevinin ötesinde mutlaklaşan siyasal ideolojilerin görüngülerine dönüşebilirler: anıt, hafızaları tazelemekle kalmayıp zihinlere hükmeden, karşısında korkuyla titrenmesine sebep olan bir aura kazanabilir. Anıtlara atfedilen bu ikonografik güç kitlelerin aldığı ortodoks tavır ve geliştirdikleri siyasi fanatizm ile doğru orantılıdır. "İsimsiz" bu bağlamda aşkınlaşan siyasi ideolojilere dair eleştirel/mizahi bir jesttir. Dogmatist, aşırı muhafazakar akımlara karşı demokrasiye saygı ve yaşam tarzı/fikir çeşitliliği savunusu yapan bir siyasi ideolojinin dünyevileşmekten uzaklaşması, bilinçli ya da bilinçsiz olarak karşı durduğu düşünme biçimleri ve pratiklerini kopyalaması tehlikesini sorunsallaştıran yapıt aynı zamanda belgeleme metodlarının taraflılığı ve yönlendiriciliğine gönderme içermektedir. [Erinç Seymen]



Günümüz Türkiye güncel sanatında mesafelerin gittikçe belirginleştiği ve güncel sanatın büyük kurumların himayesine girdiği bir dönemde MASA; büyük bütceli projelerin, marka isimlerin kapattığı galerilerin ve diğer holding galerinin aksine, daha alternatif olana ve genç üretimlere yönelecek. Bu bağlamda sadece plastik sanatlar alanını değil; diğer farklı disiplinleri de kapsayacak.

“İddiali olmayan -büyük sahnelerde beylik oyunlar göstermeyen- düzenin peşinden koşan sanat ve ortamını tamamen dışa iten -tüm fazlalıklardan arındırıp sanatçıya kendi başına bir alan açan- bir ortam, uzam olarak MASA herkese açık!”

Adress: PLAN Tasarım ve Danışmanlık Hizmetleri
[ PLAN Design & Consultancy ]
Meşrutiyet Cad. Çavuşoğlu İş Merkezi
No: 61 Kat: 2
Tepebaşı-İstanbul
T: +90 212 293 88 54
M: +90 532 647 59 78

Mail: masaprojesi@gmail.com